24 Haziran 2016

Kudüs'de Üç Ramazan Günü II: 1. Gün

Sabah güne başlamanın en zor kısmı ikizlerden iki günlüğüne ayrılmak oldu. Çok şükür ki onlara olan sevgisine kendim gibi emin olduğum insanların, babaanne ve yengelerinin yanında kaldılar.
Ondan sonrası ise kutsal topraklara kavuşacağım sevinciyle tatlı bir heyecandan ibaretti.
Gece boyu Kudüs hakkında okumaktan uyumamıştım. Şimdi şehre Zeytindağı'ndan kavuşmuş bir şekilde hala uyumamış olarak bunları yazıyorum. Havalananından otele kadar yolda gördüklerimden dinlediklerimden bir şey unutmadan her şeyi yazmak istiyorum.

Kubbetu's-Sahra'yı şehre girerken yukarıdan gördüm, Harem-i Şerîf'in ortasında pırıl pırıl parlıyordu. Göz yaşlarıma hakim olamadım. Onun dahi civarında uçan balonlu kamera göze çarpıyordu. Şehir gözleniyordu. Ve benim gözümden akan yaşlar ne yazık ki mutlulukla karışmış hüzün göz yaşlarıydı...

İstanbul'dan THY ile suhuletle yaptığımız yolculuk sonunda Akdeniz kıyılarına vardığımızda merakla uçağın penceresine yöneldim. Okuduklarımı uçaktan olabildiği kadarıyla da olsa gözlerimle görmek istedim. Tel Aviv bildiğiniz kurak bir bölge ya da en iyi tabirle bozkır bir araziye sahip. Ustaca yeşillendirilmiş. Ağaçsız, ekilmemiş hiç bir köşe yoktu yukarıdan görünen. Evler çok düzenli mahalleler olarak yerleşmiş, o mahallelerin içerisinde evler yeşilliğin içerisine serpiştirilmiş gibi. Bu mahalle sona erdiğinde geniş tarlalar uzanıyor civarında ve sonra diğer mahalle, tarlalar ve sonra diğer mahalle  başlıyor. Bazı yerler derin kazılmıştı, sonradan İsraillilerin antik tiyatro modelinde yerleşim yerlerinin yaptığını gördüm öğrendim.








Tel-Aviv hava alanında gayet nezaket çerçevesinde işlemlerimiz yürütüldü. Ancak ortalıkta dolaşan ve rastgele kişileri sorgulayan polislerin kaygı verici olduklarını itiraf edeceğim. Öte yandan bu görevliler bir ihtiyaç halinde hemen yolcular ile iletişime geçiyor ve onları yönlendiriyorlar, asayişi böyle sağlıyorlardı. Biz üç kişilik aile olarak biraz sıra beklemenin dışında hiç bir zorluk yaşamadan işlemlerimizi hallettik. Oturma iznimizi ayrı bir kağıt ile elimize verdiler ve çıkış kapısına yöneldik. Bilgisayarın arızasından kaynaklanan işlem uzaması için  görevli defaatle özür diledi. Ben Gurion Hava alanından böylece selametle ayrıldık.

Hava alanında dikkatimi çeken bir şey de uçaktan inip kontrol noktasına giderken bir yerde yol boyunca duvarın İsrailli kaşifler ve buluşlarının resim ve bilgileri ile bezeli olmasıydı. Gelenlere karşı bir güç gösterisi olsa gerek diye düşündüm. İsrailli olan için ise bir gurur vesilesi...
Kudüs'e gitmek için bindiğimiz  taksinin şoförü Nader meğer Kudüslüymüş. Karşılıklı Türkiye Kudüs iltifatlaşmasından sonra bize yol boyu güzel bir rehberlik yaptı. Sonradan fark ettim ki burada herkes ama herkes hayli üst seviyede bir sosyal-kültürel bilgiye sahip.

Sabah erken yola çıkmamız Aram'ın düzenini bozmuştu. Yolda bir iki defa denese de uyuyamamıştı. Uçakla ikinci yolculuğuydu ama birincisinde henüz bir yaşında bile yoktu. Uçak kalkarken kulağına basıncı hissetmemesi için babası onu hayli konuşturdu. Yine de kulakları tıkandı. Ne olduğuna anlam veremese de pek sorun etmedi. Yanıma sakız almadığıma pişman oldum. Sakız çiğnemek uçak kalkarken kulakta hissedilen basınca iyi geliyor.  Yol boyunca yanımıza aldığımız oyuncaklarla oynadı, kitap okudu etrafı izledi v.s. Tel- Aviv'e vardığımızda pili bitmişti. Arabaya biner binmez uyudu.

Telaviv hayli düzenli bir şehirdi. Şehirden üzerinde ayrıldığımız otoban ise harikaydı. Ardından Ramallah'a geldi sıra... Uzaktan görebildiğimiz bir çok bölgenin girişini oluşturan yollarda kontrol noktaları vardı. Biz de birinden geçtik ama hiç durdurulmadık sadece arabanın yavaşlaması yeterli oldu. Bu durum merakımı celbetti. Ben sormadan anlattı Nader. Kudüslülerden Doğu Yakasından olanlar İsrail Arap kimliğine sahipmiş. Bu kişiler işleri daha  kolay yürütülüyormuş. Bizim şoför de onlardandı. Filistinli kimliğini muhafaza ediyordu. Ancak aslen Ürdünlüydü. Bu topraklarda memleket meselesi hayli karışık anlaşılan. İsrail'in işgal şekli ve bezdirme politikası Filistinlelere pek şans tanımasa da, Filistinlilerden kimileri hayatlarını kolaylaştırmak adına İsrail kimliğini kabul etse de her Filistinli sahip oldukları iki üç kimlik arasında Filistinli kalmaya devam ediyor.

Yol boyunca kontrol noktaları dışında uçan balonlar ve gözetleme kulesi gördük. Meğer bu balonlar kamera taşıyorlarmış. Bu yolla kaçakları(peşlerine düştükleri Filistinlileri) çok kolay buluyorlarmış. Otobanın  ya sol taraf Filistin sağ taraf İsrail, ya tam tersi, ya İsrail Filistinlilere ayırdığı bölgede site kurup etrafını duvar çevirmiş. Bir de yolda çerisinde sadece Filistinlilerin yattığı bir cezaevi vardı. Her tanıştığımız Filistinlinin burada misafir olmuşluğu var. Nader de 15 yaşında bir kaç ay kalmış. İşte Ramallah'ın otobandan görünen manzarası buydu.

Yolda şehirden çıkış istikametinde otobüsler dolusu insan vardı. Meğer bizim indiğimiz saat tam cuma saatiymiş. Bu kalabalık  Cumadan dönen cemaatmiş. Her cuma diğer şehirlerden insanlar gelirmiş. Zira diğer şehirlerde yaşayan erkeklerin hafta içi Aksa-i Şerife girmeleri yasakmış. 4-ile 40 yaş arası cuma günü de yasak. Bu nedenle cumaları yaşı tutan herkes Harem-i Şerife koşuyor.  Hayli zahmetli yollarla gelip eski şehre biraz uzak bir yerde bırakılıyorlar ama kimse aldırmıyor. Oysa bizim kaldığımız otel Commodore da bu durağa yakındı ve ben hayli zorlanıyordum Ramazanda öğle sıcağında Hareme namaza gitmekte. Teravihe de aynı şekilde kalabalık bir cemaat katıldı. Mescid-i Aksa'nın avlusunda iğne atsanız yere düşmezdi. Buna rağmen  gayet sakin olan bu topluluk ne bir en bir kargaşa, ne itekleme ve ne de kavga olmadan  dağıldı.

Akşamüzeri Zeytindağı'ndan Mescid-i Aksa'ya yürüdük. Çarşıda döviz işlemlerimiz olduğu için Eski Şehre Halil kapısından girdik. Halil kapısı da nispeten çarşıya yakın bir kapı. Surların içi hayli canlı bir yaşam alanıydı. Daracık sokaklarda ev, bakkal, lokanta berber v.s. içiçe. Çocuklar bu canlılık içerisinde büyüyor.  Ramazan süslemeleri ve çarşıya düşen bereket birbirini besler gibi..










Ramazan vesilesiyle sokaklar kimi el yapımı kimi ramazan için özel imal edilen birbirinden güzel fanuslarla, ışıklandırmalarla bezeliydi. 

Hut Kapısından döndüğümüzde ilk gördüğümüz Kubbetu's-Sahra oldu.








Etrafta hummalı bir iftar hazırlığı vardı. Çoğunluk kendilerine bir yer bulmuş yanında getirdiği sergisini sermiş oturmuş Kur'an okur ya da yanındakiyle muhabbet ederken kimileri de bir telaş içerisinde yığınlar oluşturmuştu. Bu telaşın sebebini sonra ikram edilen iftariyelikleri görünce anladım. İkramdan pay almak derdine düşmüştü pek azı. İftar ikramının Kabe usulü olmamasına hayret ettim. Sonra oradaki nizam ve zenginliğin burada olmadığını hatırlayınca bu düşüncemden vazgeçtim. Tüm işler gönüllülerle yürüyordu. Buna rağmen hem hiç bir kargaşa yoktu, hem de hızla temizleniyordu mescid.

İftar verenler arasında Dünyanın dört bir yanındaki ülkelerden gelen dernek ve kurumları da görmek mümkün.



Oysa iftar saati bir sükunet hakim olacaktı...



Bu telaşı arkada bırakıp hızla Mescid-i Aksa'ya yöneldik. Kalbim heyecandan yerinden çıkacak gibiydi.


Tam bu merdivenleri indik ki bir bey beyime "Türkiye'den misiniz?" diye sordu ve "Evet." cevabını alınca başladılar kırk yıllık ahbap gibi sohbet etmeye. Bizi muhakkak iftara bekliyordu. Ne yazık ki bizim bu davetleri kabul etmeye vaktimiz yoktu. Ancak gerek bizi durdurarak soran gerekse birlikte biraz  vakit geçince anlayan her Filistinli Türkiye'den olduğumuzu öğrendiğinde hiç olmazsa gözleriyle ya da sözleriyle akıtıyor muhabbetini. 

Sonunda Mescid'e kavuştum. Ama ne yazık ki içeriye giremedim. Çok kaba bir görevli sert sert benim Kubbetu's-Sahra tarafına gitmem gerektiğini anlattı durdu. Her güzel mekanın bir çıbanı olur deyu tamam diyebildik anca. Mescid-i Aksa erkeklere, kıble açısından arkada kalan Kubbetu's-Sahra ise kadınlara tahsis edilmiş. Aynı şekilde beyim de orayı göremeyecek başka bir yolunu bulamazsak. Yarın ola hayrola!

Beyimle oğlum camideyken dışarıda gözüme çarpan şeylerden birisi bir çok babanın kız çocuğunu elinden tutup camiye getirmesiydi. Hepsini kalbimden tebrik ettim.

Biz iftara kadar biraz daha etrafa bakalım. İşte Zeytindağı'nın Mescid-i Aksa'dan görünümü.











Surdaki taş aralarından şehir:







İftar zamanı yaklaşıyor ve biz yemek konusunda bir karar veremiyorduk. İftariyelik dağıtımlarının bir kısmı oturanlara servis edilirken diğer bir kısmı da kamyon önüne yığılmış kalabalığın havaya atılan paketi yakalaması yoluyla oluyordu. Bu ikinci şekilde ikram da bizim pek hoşumuza gitmedi. Gidip yiyecek bir şeyler alıp dönelim dedik. İşte bizim iftar menümüz: Felafel (dolgulu ve sade), Hummus, Şawirma, Patates, Pita ve Soğuk su. Tabii ki bunların hepsini yiyemedik. Dolgulu felafel tek başına doyurucuydu zaten. İftar saati yemek hazırlayınca elimizin kantarı kaçmış biraz.



İftarlarının birazını ezan süresince tamamlayan cemaat ezanın bitimiyle Aksa Avlusunun her köşesinde gruplar halinde akşam namazına durdu. İmamın enfes okuyuşuyla ifa edilen namazdan sonra herkes yemeğine geri döndü. Bu arada oyun isteyen küçük seyyahımız babasının yardımıyla Mescid-i Aksa'nın Zeytindağı tarafındaki (kuzeydoğu) kale duvarına tırmandı bir oraya bir buraya koşuşturdu. Oğlunu duvarın üzerinden indirirken eşime yakınındaki gençler kahve teklif etmişler. Bu gün aldığımız üçüncü teklif oldu hiç tanımadığımız insanlardan. Bir sabah bizi otele getiren taksici,bir de Kubbetu's-Sahra'dan Mescid-i Aksaya yöneldiğimizde bizi "Türkiye'den misiniz? " diyerek durdurup beyimle sohbet eden ve muhakkak evine çağıran kişi. Bu da üç oldu. Yolda insan çevirip evlerine davet ettiklerini duyduğumda ne yalan söyleyeyim biraz abartılı bulmuştum ama billahi doğruymuş.

Bundan sonra teravihe kadar biraz dolaşmak, etrafı görmek için Mescid-i Aksa'nın avlusundan Kütüphane yönündeki (güneybatı) çarşı kapılarına yöneldik. Yolda termosla kahve satan bir delikanlıya denk gelince birer bardak kahve aldık. Orada da bir başka müşteriyle sizinki benim ikramım muhabbeti olmasın mı? Filistinli beyime ısrar ediyor, beyim Filistinli'ye.. İkram damarlarındaki kanda akıyor sanırım.

Bu arada iftar sonrasında Mescid-i Aksa'nın zaten kalabalık olan avlusu hızla dolmaya devam ediyor. Daha önce bahsettiğim uzak yerlerden otobüslerle gelenler de olunca çarşıya yürümedik aktık sanki. Yalnız ne bir itme ne bir çarpma ne de rahatsız etme söz konusu oldu. Onca kalabalık ve onca gürültüden hiçbir stresi yaşamadan nasıl çıktığıma hayret ettim. Çarşı sokaklarını dolaşırken gözüme çarpan şeyler ise şunlar:

  1. Yenilmez ürünler bildiğiniz Çin malı. 
  2. Duyduğuma göre çarşıda satılan deri çanta ve sandaletler Kudüs'e özgüymüş. 
  3. Bir de siyah üzerine kırmızı olanı yaygın olan ama başka renklerde de olan Filistin nakışlı elbiseler var. Ancak imalat nereye ait emin değilim. Ürdün olabilir.  
  4. İçecekhaneler hayli rağbet görüyor, bilhassa sıkılmış taze meyve suları.. Havuç, portakal ve limon suları revaçta. Tabi kahvehaneler de öyle. Bir çok yerde nargile dükkanı da var.
  5. Çarşıda nadiren rastladığım Yahudiler Müslümanlar tarafından görünmez adam muamelesi görürken onların ya yanlarında korumayla ya da yüzlerinde korkulu bir ifadeyle kaçar adımlarla ilerlemeleri çok ilginç geldi.  
  6. Çarşı da diğer bir çok köşe gibi İsrail askerleri tarafından bekleniyor. Geçen kalabalığı kindar bakışlarla süzerken eli kocaman silahında tetikte olan bir karakter pek de huzur verici bir sahne sergilemiyor. Ama inanır mısınız, onlara bile görünmez adam muamelesi yapıyor Filistinliler. Durumu değiştiremeyince ne yapsınlar? Bir kez daha saygı duydum bu topluma bu sıkıntılar altında dimdik bir alınla yaşayıp hayata sarılabildikleri için. Kendimize ise acıdım, yatacak yerimiz yok bizim. Bu kutsal topraklar sadece Filistinlilerin mi? Peki biz ne yapıyoruz? Kocaman bir hiç. Sabahtan beri tekrarlana tek şey onların cömertliği değil biliyor musunuz? Tanıştığımız her kişinin bir kaç aydan bir kaç yıla hapiste yatması da sık karşılaştığımız sohbet konularından. Nasıl dayanıyorlar? Bilemiyorum. Sadece "maşallah!" diyebiliyorum.
  7. Eski Şehir'de her Yahudi'nin evi çok sayıda nöbetçi asker tarafından korunuyor. Sokak tamamen onlara aitse bir bariyer  görüyorsunuz sokağın girişinde. Sokağı kullanacak olanlar birer birer geçiyor ve Filistinlilerin bu geçişi tercih ettiklerini görmedim.
  8. Çarşılarda evlerin de olduğundan bahsetmiştim. Bizim avm kalabalığına bir de mahalle çocuklarını eklerseniz öyle bir görüntü oluşuyor etrafta.

Çarşıda Şam kapısı yakınında Tatlıcı Cafer'de enfes, bizimkinden az değişik künefemizi de yedikten sonra ezanı duymamızla hızla mescide yönelmemiz bir oldu.


Bundan sonraki fasılda pek resim çekemedim. Resim çekmek içimden gelmedi. Çarşıdan çıktığımda gördüğüm manzara beni öyle etkiledi ki saatlerce orada kalmak istedim. Mescid-i Aksa'nın  avlusunun tamamı cemaatle kaplı. Camiye zaten girmek çok zordu iki namaz arasında bile bu gün. Gözlerime inanamadım. Varsayın Sultan Ahmet Camiinde teravih kılıyorsunuz ve at meydanı iğne atsan yere düşmez şekilde cemaatle dolu. Ancak böyle tarif edebileceğim bir kalabalık. Belli bir yerden sonra nur yüzlü güzel sözlü genç namaz görevlileri bizim artık ayrılamamız gerektiğinden, benim Kubbetu's-Sahra'da ve civarında namaz kılabileceğimi pek nazik bir dille ve güler yüzle söylediler. Biz de buluşma yeri ayarlayıp ayrıldık. Hanımlar kısmında da aynı görevlilerin genç hanım versiyonları vardı. Onca kalabalığın bir düzenleyiciye ihtiyacı olduğu muhakkak. Kubbetu's-Sahra'ya yöneldim ben de...
Namaz esnasında imamın okumasıyla ağlayıp durdum. O muhteşem yapı, o harikulade sanat eserleri değildi beni hayret makamına kavuşturan. Bu kutsal toprakları bunca imkansızlıklar içerisinde hiç ama hiç yalnız koymayan Filistin ahalisinin şecaati, bağlılığı ve sadakatiydi. Merak ediyorum umre yolları biraz zorlaşsa bu kadar kalabalık olur mu bizden giden? Sadece merak ediyorum.
Öte yandan cemaat çok kalabalıktı ama sanıyor musunuz ki hepsi tepeden tırnağa siyah örtülü ve namaz kılan bir cemaat? Şık giyimlisi, sade giyimlisi, dağınık giyimlisi, özenlisi özensizi, namazda olup namaz kılmayanı, bir kenarda uzanmış uyuyanı, bir yerde oturmuş etrafı seyredeni, iki üç kafa birbirine yaslanmış konuşanı, çocuğunu getirmiş ağlamasına izin vereni  ve tabii ki namazını huşu içerisinde kılanı hep bir aradaydı. Fakat namaz aralarında kimse kimseyi hizaya çekmeye çalışmıyordu. Cemaat huzur içerisinde ibadetini yapmış olarak evlerine dağıldı.
Malum çocuklu olunca sekizinci rekatta ayrıldık. Beyimle buluşmak için kararlaştırdığımız yer geçişe kapatılmıştı. Ben de başka yerden dolaşıp kararlaştırdığımız yere varıyordum ki şu muhteşem manzara ile karşılaştım.

Buluşma mekanına geldim ki geçişe kapatılmış bölgeye beyimi sokmuşlar ve bir cami görevlisi ona yardım ediyor beni araması için. Onlar da çok sevindi biz buluşunca. Hep birbirimizin mutluluklarıyla mutlu olalım inşallah. Bir de üstüne oğluma bir avuç şeker de vermez mi bir görevli. Nasip bu ya o da sadece birini alıp diğerlerini düşürünce "her şeyde bir hayır vardır" dedi veren. Tevekkül ah tevekkül! Meğer baştan hayli sıkı durmuşlar izin vermemişler beyime geçmesi için ama sonra durumu öğrenip bir de yabancı olduğumuzu fark edince anlayış göstermişler.

Dönüş yolu daha da kalabalıklaştı. Aslan Kapısından çıkalım dedik ama yine bir akıntı idi akıp giden... Çıkışta uzun süre işportacıların naralarına maruz kaldık. Zira cemaatin evine gideceği otobüslerin park yeri bizim istikametimiz üzerindeydi ve bu da serbest ticaret için biçilmiş kaftan.

Zeytindağı'nın Filistin Kızılayı hastanesinin olduğu ucundaki otelimize geldiğimizde hayli susamıştık. Resepsiyondaki beye içecek bir şeyler sorduk. Meğer her şey hazırda varmış ama biz buz dolu bir sürahinin başına oturmayı tercih ettik. Görevli bizim hararetimizi fark etmiş olacak ki bize demirhindi şerbeti getirdi. Gerçekten de demirhindi şerbeti sudan daha etkili oldu hararetimizi gidermede. Biraz sonra da resminden keçi boynuzu olduğunu anladığım bir şerbet daha getirdi. Meğer güçlü yapıları sebebiyle bu şerbetler otelde bilhassa ramazan ayında çıkar ve ikram edilirmiş misafirlere. Bir kenara not aldım.

selametle kalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder