01 Nisan 2016

Çocuk(lar)da Kaybolmak


Zamanın,
ihtiyaçların
ve hatta dünyanın 
manasını yitirmesinin
ne demek olduğunu
anladım sonunda.

varsa yoksa onlar...

Ne de kolaymış kayboluvermek onların içinde...

Bakımlarını yapmak, yemeklerini hazırlamak, yedirmek içirmek, meyvesi, yoğurdu derken üstleri kirlenir, kıyafet değişimi, temizliği, yerleri, yurtları, hava almaları, oyunları ve ah bir de dünyaya bedel bakışları... Biraz uyudular mı onlar için bir sonraki planların hazırlığı için okuması, araştırması, yazması, çizmesi. Her şeyin suya bata çıka yürüdüğünü düşünürken olmazsa olmazları çok fazla olan tavsiye vericilerin kafa karıştırıcılığı, doğrumu yapıyorum soruları, sarsılmalar sonra herkesin yolu kendine deyip silkinmeler ve yola devam etmeler, bu arada tavsiye vericilere yine de müteşekkir hissetmeler... Paylaşılan tecrübeler olmasa n'apardık; sadece biraz izan lütfen.

Bunca işin, eğlencenin arasında kaybolma da n'ap değil mi?

Değil canım...
Üç bebek, Anadolu'nun, metropol de olsa, bir şehrinde ev hanımlığı bir insanın hayli meşgul olması için  yeterli nedenler. Ancak kendinden vazgeçmek bu meşguliyetlerin çok ötesinde bir şey. 
İnsanın var olma amacının bilincinde olarak yaşaması bu kaybolmaya mani olmalı oysa... Ancak sanırım biz hanımların kendimizi anlamlandırmamız ile insanlığın hanımları anlamlandırması arasındaki uyumsuzluklar kimimizi hatta çoğumuzu bu boşluğa itiyor. Kimi toplumlarda sosyal olarak yol kat edilmiş gibi gözüküyor bu konuda, kimisinde hanımın adı yok, kimisinde literal olarak hanım çok saygıdeğer bir konumda  ama toplumsal kodlar refleksler hiç öyle söylemiyor. Ben kendimi kendimizi işte bu son kategoride görüyorum. Daha önce hatırladığım bir kaç kaybolmayla birlikte bu kaybolmayı hiç de öyle çocuklarıma ve sorumluluklarıma  yüklemeyeceğim. Bu bir kimlik çatışmasından yorulup bir yerlere sığınmak gibi bir şey. Toplumun senden "aslında beklediği kimlik"e sığınma, en güvenli yere... Diğer her yer çatışma gerektiriyor çünkü, her tercih en azından bir açıklama istiyor. Ne kadar yorucu olduğunu düşünebiliyor musunuz her adımınızı açıklamak zorunda kalmanın. Telefonumu kapatıp sadece yabancıların bulunduğu ortamlarda bulunmayı istediğim zamanlar olmuştur bu yüzden bazen. Şöyle kim kime dumduma yabancıların... Ancak bu sefer taşınma nedeniyle kaçabilecek durumda olmadığımdan çocuklarıma sığındım, en huzurlu yere. Rabbim her daim birbirimizi sağlıklı sığınaklar kılsın bize.

Öncelikle çocuklarımı seviyorum, en az her anne babanın sevebileceği kadar. Onların hayatımdaki hiç bir şeye mani olamayacağını düşünüyorum. Nitekim birinci çocuğumla hayatımı nerdeyse tamamen paylaştığım gibi ikincilerle sadece yavaşlamam yeterli oldu. Peki çocuklardan sonra yapamadıklarımı nasıl açıklıyorum? Şöyle: Hayatımda çocuklarla birlikte "mani" olarak adlandıracağım şeyleri toplumun kamusal alanda bebek düşmanlığı başlığı altında topluyorum. Evet yanlış duymadınız o ikincileri üçüncüleri soranların sizi hayatınızı yaşarken görmelerine hiç tahammülleri yok. Bu düşmanlığı çocuğun hayatlarına dahil olmasını istemeyenler, çocukların hayatın içerisinde olmasını acınacak bir yoksunluk ya da çile olarak görenler ki bu durumda düşmanlık ebeveyne daha doğrusu anneye yöneliyor, çocukların hayatlarında varlığı ile onların omuzlarına binen sorumluluktan sıyrılmak için anneyi super kahraman iltifatı(!)na boğanlar ve hatta bu zahmete bile girmeyip sorumluluğu çocukları hayata dahil edenin sırtında görenler olarak tasnif ediyorum.  Örneğin bunlardan son gruptakiler dışarıda bir uygulamadan mesela kaldırımların dar olmasından ve bebek arabasını bu dar kaldırımlarda kullanmakta zorlandığımdan şikayet ettiğinde "artık annesin, e annelik kolay değil..." gibi yorumlarda bulunuyor. Diğer yandan bir köşe başında kucağımda çocukla karşılaştığım ve geçmek için birimizin muhakkak yol vermesi gereken bir yolcu ile karşılaştığımda yine bu son gruptakilerin yorumu "bene hele bir geçeyim sen yavaş yavaş geçersin" oluyor. Bir de bir araba bebek arabasına yol veriyorsa ve anne maazallah telfonda konuşuyorsa geçerken korna ile karışık el kol hareketleriyle, bebek arabasıyla karşıdan karşıya geçmeni uçarak sağlamanı bekler bir biçimde "hem çocukla sokağa çıkmış, bir de elinde telefon..." yorumları... Diyelim ki bir çay bahçesine gittiniz, yerinde oturan tek çocuğa kadar tahammül, gezinen bir çocuk ya da mesela üç çocuk çay bahçesine giremezler arasında, ya bakış veya yorumlarla ya da fiziki şartların uygun düzenlenmemesiyle beyan ediliyor bu tahammülsüzlük. Tuvaletine alt değiştirme aparatı koyan lokantaların sahiplerini tebrik edesim oluyor bu nedenle. 

Hele parkta elinizde kitap okuyarak oyununu uzaktan seyrediyorsanız "kim bu çocuğun annesi?" yorumu eşliğinde çocuğunuzun kendi kendine yapabildiği bir çok oynama aşamalarında ona yardım etmeye çalışmalar, mesela merdivene çıkarmalar, yerde emekliyorsa yine hakeza... Geçen gün otobüsten inip arkasından karşıya geçmek için davranınca otobüsün üzerimize meyillendiğini farkedip oğlumu sağ kolumun altına aldım ikizlerin arabasını da sol elimle sürmeye devam ettim. Arkamdan gelen kadın "otobüs çocuğu ezecekti biliyor musun, bir baksan..." dedi, "biliyorum" deyince susuverdi ben de oğlumu öpüp yoluma devam ettim. O yorumun altında yatan üç çocukla dışarda ne işin var be kadın tümcesi kaçmadı gözümden tabi ama galiba zamanla sükûneti korumayı da öğreniyor anne.

Diyeceğim o ki ben üç çocukla işimi görüyorum, evet zor oluyor ama bunun nedeni üç çocuk değil, fiziki şartların uygunsuzluğu ve toplumsal mekanlarda çocuk görmek istemeyenler.  Fiziki şartlar biz o mekanlarda var oldukça düzelir anca. Bunda bir katkım olursa ne mutlu bana. Çocukları evde seven anlayış da aynı şekilde alışır en azından... Bu da aslında çocuklar varlık aleminde yokken ki hayatına yavaş da olsa devam ederken sessizce bunun imkanını da göstermektir. Tabii burada çocuğun uyumu ve sağlığı da çok mühim etkenler. Ancak çoğunlukla olumsuzluklar bizim zihnimizde benim görebildiğim kadarıyla. Kendi çevremde görebildiğim bir tek örnek anne için gerçekten bezdirici idi. Gerisi hep toplumsal kuruntularımızdan kaynaklanan tedbirler.

Çocuklar hayatın alternatifi değiller kanımca. Onlar hayatın gerçeği ve dünyada tüm olup biten ile beraber dünyaya gelip yaşıyorlar. Her çocuk kendi coğrafyasına ve medeniyetine doğuyor, coğrafya ve medeniyet ona ne sunarsa ona uyum sağlıyor, bir şeyleri beğenmiyorsa aklı erince değiştiriyor. Ebeveyn olarak onların ilk aşamada beslenme ve güvenlik, sonraki aşamada hayata atılışlarında belli bir ivme kazanana kadar eşlik etmekten başka sorumluluğumuz olduğunu düşünmüyorum. Öğrenme ve yetenek geliştirme tabiatlarında var ve ket vurulmadıkça kendilerini hayata hazırlayabilirler. Bize emanetler, emanet... O kadar... Zamanı gelince kendi hayatlarını yaşamak üzere el alacaklar bizden. Duygusal bağımızın onları esir almaya yönelttiğini düşünüyorum. Peki kurtulabiliyor muyum bu duygudan, emin değilim, gayret ediyorum sadece.

Esir alama davranışı sadece çocuklara yönelmiyor bu halde, kendimizi de kendimizden esir alıyoruz o esir aldığımız çocukla bir hücreye tıkmak üzere. İşte böylece kayboluyoruz çocukta. Sonra gün geliyor bu kaybolmanın hesabını da çocuğun üzerine kesiyoruz. Hiç bir sorumluluğu olmayan yavrucak ne yapsın?

Ben derim ki, anne babalar çocukları olduktan sonra diliyorlarsa, onların hakkını teslim etmeyi ihmal etmeksizin daha önceki meşguliyetlerine ve ilgilerine devam etseler hem mutmain olurlar, hem de dünyaya katkıda bulundukları konuda hizmete devam ederler ve dahi evlatlarına hayatın nasıl hiç durmadan devam ettiği çalışmak gerektiği hususunda örnek olurlar. Asıl olması gereken onların hayatlarının kolaylaştırılmasıdır başka hiç bir şey değil. Çünkü ebeveynler zaten yapa geldikleri işin yanısıra yükümlülüğü bir o kadar olan mesaisi gece gündüz süren bir işi yürütmekteler.
İnsan insan olarak dahi buncacık değeri hak eder, öyle değil mi?
...
Buradan yukarıdaki kimlik sıkışmasına yeniden dönecek olursak, çocuklarından sonra önceki hayatına devam etmesi mesele olan anneler çoğunlukla. Onların çocukları hayatlarına alternatif görülüyor ve ya yacılar zuhur ediyor etrafta birden bire. Diyelim ki anne aldırmıyor yola devam diyor, o vakitte çocukların bakımı meselesi yine annenin sorumluluğu ve organizasyonu altında. Böyle olmasının İslam'a göre dini bulanlar ise bunun dine muhalif bir tutum olduğundan bi haberler sanırım. Peygamber Efendimiz (a.s.)'ın bizzat kendisi yetim olmasına rağmen süt anne bulunması ve ücretinin ödenmesi dedesi Abdülmuttalip tarafından yapılmadı mı?  Çocuğun reşt olana kadar her türlü velayeti baba üzerinde değil mi?
Hal böyleyken anne önce önemli bir karar vermek zorunda kalıyor:
 Çocukla yeni bir hayat mı? Çocukla aynı hayat mı?
Yeni hayat ise
bu hayat onu nasıl tatmin eder, bebeğin tüm sorumluluğunu yüklenmek gerçekten istediği bir şey mi, öyleye veya değilse sonuçları, bu hayatın içerisinde kendisini yeniden keşfedebilir mi, bütün bu tercih yükümlülükleri yanı sıra yegane ihtiyacı süt ve güvenlik olan bebeğine ihtiyacı olan huzuru sağlayabilecek mi?
Aynı hayat ise
çocuğu ile işini nasıl yürütebilir, evden çalışabilir mi, çalışma zamanını yönetebilir mi, çıkması gerekiyorsa süt, bakım organizasyonu nasıl olur v.s. Bu arada çalışmaktan kastım maaş karşılığı bir mesai ile çalışmak değil sadece; anne öğrenci olabilir, sanatçı olabilir v.s. Bu yapılagelen işler ile birlikte çocuğun varlığını konforlu hale getirecek malzeme var mıdır, ulaşılabilir mesafede midir, ekonomik midir, Çalışma ortamındaki diğer şahıslar çocuğun varlığını nasıl karşılar v.s. gibi sorular da boynunu bırakmaz annenin. Bu arada o bir huzur sağlayıcı ve evinin hanımı olma yükümlülüğünü sürdürmeye devam etmelidir.  Çünkü mesela ortalama bir ailede çöpün atılması asla ve kat'a evin beyini ilgilendirmez ve o kapıyı açan hanımına şirin görünmekle bile mükellef değildir.
İşte bu ve bu gibi sorular anneyi taşımak istediği kimliklerin arasına sıkıştırır ve durur. Sıkıştırma kimliklerin fazlalığından değil  kimliklerin bir birlerini desteklememesi için gereken bütün çabanın gösterildiği toplumsal alışkanlıklardan kaynaklanır. Mesela akademisyen sanatkar ve misafirperver bir anneyi düşünmek oldukça zordur. Akademisyenlikte en yakın rakibiniz bekar hem cinslerinizdir zira diğerleri ile kıyasınız bile kabil değildir. Hem anne hem iş hem sanat, ne mümkün! Bir de misafirperverlik vitrinlik evlerde envâi çeşit yemekle ölçülünce...
İşte bu "anne"
 ya her şeye rağmen tümünü omuzlar,
 ya kiminden vazgeçer,
yavaşlasa da devamına imkan tanınmaz çünkü bilhassa akademide,
ya da kaybolur.
Oysa hepsini bir arada mutlu mesut yürütmek öyle de mümkündür ki...
Annelikle vazgeçilen şeylerden birincisi olan hanımlık ele alınarak başlanabilir işe. Evet evet yanlış okumadınız, annelik hanımlığı bile öteler ve hanımlığın öncelenmesi hem ebeveyni mutlu ve huzurlu kılacak hem anneliği kolaylaştıracaktır oysaki...
(devam edecek)



Not 1: Çocuklarım halen 3,5 ve 1 yaşındalar
Not 2: Aile, aile üyeleri ve aile çevresi hakkındaki genellemeler İstanbul ve civarında yaşayan çevremden gözlemlediklerim, okuduğum dinlediğim hayat hikayeleri üzerinden bir tümevarımdır. Cümle müstesnayı tenzih ederim.  Sürç-i lisân ettiysem affola.

2 yorum:

  1. Altını çizdim okurken! Aslinda saece bu satirlarin da degil..
    ...
    "Bu bir kimlik çatışmasından yorulup bir yerlere sığınmak gibi bir şey. Toplumun senden "aslında beklediği kimlik"e sığınma, en güvenli yere... Diğer her yer çatışma gerektiriyor çünkü, her tercih en azından bir açıklama istiyor. "
    ...
    Kelimesi kelimesine her satirında kendimi bularak okudum.
    Kafamı mesgul eden bir konu var..yukaridakileri okurken ve yasarken de..
    Kadina yuklenen sorumluluklar, toplum tarafindan ve aile tarafindan oyle cok ki. Bir baba da babalik vazifesi sebebiyle ailesiyle mesgul olmaliyken babanin bunu meslek ya da cesitli mesgaleler dolayisiyla yapamadigi durumlarda onun gorevi de anneden bekleniyor ve buyuk bir yanilgiyla annenin babanin rolunu de alabilecegi saniliyor.
    Bu toplum duzeyinde boyle. Gecmiste farkli sebeplerle kabul goren bu cift rol, simdilerde modern hayatin erkegin omuzuna yukledigi yukun artmasiyla bu sefer de farkli bir saikle kabul goruyor.
    Kadinin uretme ve anne olmak disinda da var olma ihtiyaci hice sayiliyor.
    Tersi ise mumkun degil kat'a!
    Bir yandan da kadin calismak da zorundaysa bu sadece maddi boyutuyla degerlendirilen bir konu olarak kaliyor. Erkegin aksine kadin isvicre cakisi olamadiginda toplum tarafindan yadirganiyor.
    Bu isvicre cakisi analar ise ihtiyarladiklarinda oylesine tukenmis vaziyette oluyorlar ki buyuk kismi cocuklarin sosyal hayata dahil edilmedigi, tahammulsuzce karsilandigi tabloda oldugu gibi bir baska bicimde atıl kalıyor/olmayı tercih ediyorlar.
    Bir toprak üzerinde çocukları kadar yaşlılarının da sosyal hayata katılımının arttığı bir toplum yapısı, anlayışın, duyarlılığın, birlikte yaşamın zenginliğinin had safhada fayda saglayacagi bir ortam yaratirdi. Inaniyorum ki dunya oyle daha guzel bir yer.. parklarda cocuk gorunce nasil icim kipir kipir oluyorsa yaslilari torunlariyla vakit gecirirken gordugumde de benzer duygulari hissediyorum.
    Oglum daha cok kucukken parkta birine yaklasip bastonunu istemis, yanina oturup kendince sohbet etmis ve o adamdan dede diye tum gun bahsederek nese icinde dolasmisti. Bir yabanciyla kurulan bu kusaklar arasi bag bile böyle degerliyken cocuklari ve yaslilari yuvalarla bakim evlerine, evlerin duvarlari arasina hapsetmek dogru gelmiyor bana da..

    YanıtlaSil