26 Eylül 2016

Bu Alem Benim Okulum: Tekneler

Sonbaharın yazdan kalma günlerinden bir pazar sabahıydı bugün. Aram'ın kuzeninin şehir dışındaki üniversitesine dönüşünden dolayı bir güle güle kahvaltısı etmiştik maaile Üsküdar sahilinde.
Üsküdar sahilini çok severim. Hayli uzun süredir yürüyüş yapamamıştım Salacak'da. Bu kahvaltı benim için de bir özlem giderme olacaktı eğer oyun salonuna yakın oturmak için mekanın iç bölümlerinde kahvaltı etmek zorunda kalmasaydık... Sahilde bir yürüyüş kaçınılmazdı artık. Zaten hazırlıklıydık da... En önemli taşıtımız scooterı, atıştırmalık kuruyemişlerimizi, suyumuzu, hava muhalefeti ihtimaline karşın hırkalarımızı ve tabii ki bebek arabamızı yanımıza almıştık.

Baharın serinliğine eşlik eden sıcacık güneşin altında ikizler uyuyakalmıştı. Tam da bu esnada Salacak'daki Su Kooperatiflerinin marinasına geldik. Aram gözlerini alamadı teknelerden. Biraz orada vakit geçirdikten sonra ayrılırız diye ümit etmiştim ama nafile. Aklında onlarca soruyla meraklı gözlerle tekneleri seyrediyordu Aram. Aşağıya inip yakından bakmak istiyordu. Bu öğrenme iştiyakını geri çeviremezdim. Hayatın bir okul olduğunu ona ben söylemiştim. Her yerde öğrenebilirdik ve her şey konumuz olabilirdi.  Ve işte hayat karşımıza güzel bir ders konusu çıkarmıştı. 

İkizleri bize eşlik eden kuzeninin yanında bırakıp teknelerin yanına indik. Tek tek inceledik her birini. Suyun içerisinde kocaman bir ağ içerisinde kalkan balıkları vardı. Niye oradaydılar? Sorular ardı ardına geliyordu. Bildiklerimi cevapladım. Bilmediklerime bilmiyorum dedim. Akşam kimi sorusunun cevabını birlikte araştırdık. Çok mutluydu Aram.  Tekne hayatına şahit olmak ayrıca heyecanlandırmıştı onu. Park yerinden çıkmkta olan bir teknenin hareketlerini inceledi dikkatlice. Eski sandallarla yeni tekne ve yatları mukayese etti. Çalışma şekillerini konuştuk. Şu yeni boyalı sandala bayıldı.  Öğrenmenin mutluluğunu ve biraz da grurunu gözlerinden okuyabiliyordum. Merak ettiğini merak ettiği vakitte ve yerinde öğrenmenin... Dokunarak, soluyaraki hissederek ve izleyerek...




Saha müsait olunca tecrübi bilgide sınır olmaz tabii. Kuzeni ağabeyinden de aldığı cesaretle sahildeki taşların üzerinden yürüdüler Kız Kulesine kadar. Daha önce babasının elinden tutarak yürüyordu. Şimdi kendi başına kendi yöntemiyle kıyıdan, kenardan ve ortadan yavaş yavaş yürüdü. Ben yüzme bilmiyorum. Yine de hep kıyıdan yürürdüm. Ama konu evlat olunca kaygılanıyormuş insan. En kıyıdaki taşa yaklaşınca uyarmadan edemedim. Belki ket vurdum öğrenmesine ve cesaretine ama benimde emniyet sınırları içerisinde kalmasına ihtiyacım vardı. Anlattım anladı. Yürüyebileceğini ama benim kaygılandığımı söyledim, kırmadı geldi ortaya.  Ağabeyinin görüp ürktüğü koca bir fareyi umursamadı. Niye orada olduğunu sordu sadece. Küçüklüğünden beri ektiğim hayvan sevgisi tohumlarının meyvelerinden biri bu. Kendisini sokan böcekten bile korkmuyor ve ona yine de dokunmak istiyor. Umarım  böyle kalır duyguları.

 Kız Kulesinden Üsküdar'a doğru yürüyüş yolu daralıp insan sayısı arttıkça bizim hareketimiz seyrimiz zorlaştığı için geri döndük. Kendimi öyle hafif hissediyordum ki... Özlemimin bereketli bir öğrenme yolculuğuna vesile olmasına duyduğum sevincin hafifliği vardı üzerimde. Fizik engellerden uzun süredir bu türden bir gün geçiremediğimiz için de sanırım sorumluluğumu yerine getirmiş olmanın da hafifliği...

Öğrenirken ayaklarınızın yerden kesildiği günler dilerim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder